Çocuk Pozu (Pozitia Copilului) Romanya’da yaşayan üst sosyoekonomik sınıfa mensup bir erkeğin on dört yaşındaki yoksul bir çocuğa arabasıyla çarparak ölümüne yol açması sonrasında yaşananları konu alır. Failin annesi faili yani oğlunu cezadan kurtarmak için film boyunca kendini paralarcasına çabalar. Sınıfsal farklılığın, hukuk karşısında avantaj sağlamaktan da öte, yargının işlevini geçersiz kılıp kılmayacağı filmin ana temalarından biridir.Fakat filme gerilim tonu veren esas konu baskın karakterli bir anne ile onun edilgen erkek çocuğu arasındaki çetrefilli ilişkidir. Filmi izlerken ülkemiz için hiç de yabancı olmayan bu ilişki formatı üzerinden, bir yandan büyümesine izin verilmemiş bir erkeğin kendi kabahatinin sonuçları ile yüzleşmesine, bir yandan da oldukça varlıklı olan annesinin kendi zayıflığını nasıl zorunlu biçimde kabullendiğine tanık oluruz. Diyebiliriz ki, Çocuk Pozu oğlunun üzerine titreyen ve onun için her türlü fedakarlığı ve ahlaki ihlali yapabilecek bir kadının kendi sınırlarını kabullenmesinin ve bir başka ailenin kaybı dolayısıyla kendi kaybının acısını yaşamasının öyküsüdür. Bu kayıp onun oğlu ile artık iç içe olmadığı gerçeği ile ilişkilidir ve idrak edilmesi zor olduğundan anne için oldukça gecikmiş zamana denk gelir. Devamını Oku
‘’Arzu hayatın yarısıdır; kayıtsızlık ise ölümün’’   Halil Cibran

Her insan türdeşlerine ve hatta hissedebilen tüm diğer varlıklara temas ettiği sürece merhamet edip etmeme ikilemi ile karşı karşıya gelir. Bu ikilem öncelikle merhamet etme konumundaki kişinin acı çeken diğerini kendisiyle nasıl ilişkilendirdiğine göre şekillenir. Sözgelimi bu ikilemi önemsediğim bir kişi karşısında ve aramızda olup biten bir şey üzerinden yaşıyorsam; merhamet edip etmemem karşımdakinin beni incitmesinden doğan öfkemin şiddeti, bu ilişkinin devam etmesinine kadar arzuladığım, bu ilişkiyi ne kadar güç ekseninde değerlendirdiğim gibi birçok etmene göre değişir.İşlenmiş olan kabahatin doğrudan nesnesi olduğumda karşımdakini affetmemin empati kurmamdan kaynaklanıp kaynaklanmadığını da kestirmem zorlaşır. Merhamet affetmeye yol açan nedenlerden sadece biridir. Affetmek, tıpkı ceza gibi, bir süreci sonlandırırken merhamet genellikle merhamet edende yol açtığı duygular nedeniyle onu tutum almaya yani yeni bir sürece dahil olmaya zorlar. İkili bir ilişkideki dinamiklerle ilişkili olan affetmenin karşıtı cezalandırmak ya da belki unutmamak ise üçüncü şahıs konumundan bakıldığında merhametin karşıtı cezayı reva görmek veya kayıtsız kalmak olabilir. Devamını Oku

Bireyin kendini bir gruba ait hissetmesi ve o grupla özdeşim kurması sonucunda ortaya çıkan emosyonların yoğunluğu, ayinlerde gözlenen vecd hallerinde veya altruistik (elcil) intiharlarda olduğu gibi sıradan deneyimlerin ötesine geçebilir. Emosyonların kişilerarası problemleri çözmede işlevsel etkisi olsa da öfke, tiksinme, haset gibi duygular kontrolün kolay yitirildiği durumlardaoldukça yıkıcı olabilmektedir. Emosyon kendilikle ilgili bir olaya veya duruma ilişkin inanç ve değerlendirmelerle ilişkilidir. Evrimsel bakış açısına göre emosyonlar sosyal veya çevresel zorluklara veya tehditlere adaptif yanıtlar vermek üzere evrimleşmişlerdir (Levenson, 1994). Çeşitli uyarılara tepki olarak çıkan emosyonların güdülediği davranışlar başarılı olmadığı zaman emosyonun yoğunlaştığı ve yerini başka bir emosyona bıraktığı, başarılı olduğunda ise emosyonun ortadan kalktığı gözlenir. Böylelikle emosyonun davranışı düzenleyici işlevinden söz edilebilir. Öfkenin saldırganlığı güdülemesi örneğinde olduğu gibi farklı emosyonlar farklı davranışları güdülerler. Devamını Oku
Bir tutumun veya tavrın sahiciliğinden söz ederken en çok gözettiğimiz şey o tutumun/tavrın taklit içerip içermediğidir. Kopyalamanın başladığı yerde özgünlük buharlaşmaya başlar. Bununla birlikte davranış örüntüleri doğuştan gelmeyip kültür içinde edinildiğinden alıntı yapmamak imkansızdır. O halde belki de davranışa yapmacık dedirten şey alıntılama yapılmasından ziyade davranışın onu icra edende eğreti durmasıdır. Erkeksilik hallerinin Devamını Oku
İnsan hatırladığı şeylerden ibarettir. Ve hatırladıkları sayesinde özgürdür.     Leon Surmelian

Hafızanın oluşma biçimi ve izlediği yörünge göz önüne alındığında net bir şekilde şu iddia edilebilir: olay ile hafıza arasındaki süreklilikte olayın kendisi başlangıç, hafıza ise sonuçtur. ‘Diğerleri’nin deneyimlerine ilişkin bir hafızaya sahip değiliz fakat kuşkusuz 12 Eylül konusunda bizim kuşağın hafızasını etkileyen Devamını Oku

Doğum birçok çift için mutluluk idealinde önemli bir basamak olmakla birlikte getirdiği sorumluluklar, kısıtlanmalar ve rol değişimleri nedeniyle herkes tarafından aynı şekilde algılanmaz. Kadınlıktan anneliğe geçişle birlikte toplumun kadından ve kadının kendisinden Devamını Oku
İdeoloji kavramının, tarihsel tahayyül ufku ne kadar değişirse değişsin, geçerliliğini ısrarla koruyacağını belirten Zizek’e göre eleştirinin açığa çıkarması gereken ‘gerçek’tir. Fakat bu gerçek Lacancı psikanalizden çıkarsanır ve realist bilim felsefesindeki gerçekten farklıdır. Bu ikinci anlamdaki, bilinen anlamdaki gerçek için Lacan ‘gerçeklik’ kavramını kullanır. Lacan psikanalizinde Devamını Oku
Bilim ile ideoloji arasında net bir ayırım yapma girişimi Marxist gelenekten gelen Althusser’e ait olmasına rağmen bu ayırım bir söylem olarak daha çok iktidarlar ve temsilcileri tarafından kullanılagelmiştir. Günümüzde de örneklerine rastladığımız, sisteme yöneltilen herhangi bir eleştiri veya tavır karşısında, Napolyonvari bir ‘ideolojiktir’ yaftası yapıştırmak eleştiriyi değersizleştirmeye çalışarak yaptığını Devamını Oku
‘Toplumsal grupların soyutlanmış rakibe ya da ötekilerin kaderine kayıtsızlığ ve soğukluğu çok az insanın direnebildiği bir olgudur. İşkenceciler bunu bilir ve sık sık sınama şansı bulurlar’ Adorno

Kendi egosunda bulunmayan bir gücü, bireyselliğini ve öznelliğini yitirme pahasına başka bir şeyle veya başka biri ile kaynaştırma, ona dahil olma arzusu her insanın mayasında var mıdır? Birey bunu neden isteyebilir? II. Dünya Savaşı sırasında kitlesel Nazi kıyımlarından sonra  bu vahşeti anlama, Devamını Oku

Yalanı sadece gerçeğin çarpıtılmış bir sürümü ya da bir olguya dair yanlış bilgi aktarımı olarak düşünmediğimizde yalanın her ilişkiye içkin olduğunu kabul etmek durumunda kalırız.  Mesela bilinmesi ilişkinin boyutunu değiştirebilecek bir gerçeğin söylenmemesi ya da cevap beklendiği durumlarda bildiği halde sessiz kalmak da yalandandır. Ya da gerçekten bahsederken Devamını Oku