Anne Beni Terk Et : Çocuk Pozu

Çocuk Pozu (Pozitia Copilului) Romanya’da yaşayan üst sosyoekonomik sınıfa mensup bir erkeğin on dört yaşındaki yoksul bir çocuğa arabasıyla çarparak ölümüne yol açması sonrasında yaşananları konu alır. Failin annesi faili yani oğlunu cezadan kurtarmak için film boyunca kendini paralarcasına çabalar. Sınıfsal farklılığın, hukuk karşısında avantaj sağlamaktan da öte, yargının işlevini geçersiz kılıp kılmayacağı filmin ana temalarından biridir.Fakat filme gerilim tonu veren esas konu baskın karakterli bir anne ile onun edilgen erkek çocuğu arasındaki çetrefilli ilişkidir. Filmi izlerken ülkemiz için hiç de yabancı olmayan bu ilişki formatı üzerinden, bir yandan büyümesine izin verilmemiş bir erkeğin kendi kabahatinin sonuçları ile yüzleşmesine, bir yandan da oldukça varlıklı olan annesinin kendi zayıflığını nasıl zorunlu biçimde kabullendiğine tanık oluruz. Diyebiliriz ki, Çocuk Pozu oğlunun üzerine titreyen ve onun için her türlü fedakarlığı ve ahlaki ihlali yapabilecek bir kadının kendi sınırlarını kabullenmesinin ve bir başka ailenin kaybı dolayısıyla kendi kaybının acısını yaşamasının öyküsüdür. Bu kayıp onun oğlu ile artık iç içe olmadığı gerçeği ile ilişkilidir ve idrak edilmesi zor olduğundan anne için oldukça gecikmiş zamana denk gelir.

Kişisel fantaziler çeşitli düzeylerde toplumsal düzen ile örtüştürler. Diğer bir deyişle, kültür kişisel fantazileri sadece biçimsel olarak değil içerik bakımından da belirler. Kültürde herkesi bağlayan yasalar değil de güçlü olanların ayrıcalıklı olduğu kurallar ne kadar geçerli ise bireylerin kişisel fantazisi de ister istemez güç arzusu etrafında oluşur. Güçlü olma ya da güçlü olan ile bağ kurma ve onun koruyuculuğuna tabi olma arzulanır. Toplumda yozlaşma ne kadar hüküm sürüyorsa koşulsuz destek sunan bir güçlü figüre o kadar çok ihtiyaç duyulur. Efendi köle ilişkisinde olduğu gibi roller sadece iki kişinin karşılıklı rızasına ve adlandırmasına göre değil, daha ziyade toplumsal normların ilişkiyi doğrudan ya da dolaylı biçimlendirmesine bağlıdır. Çocuk Pozu bir annenin simbiyotik fantazisinin, yani oğlunun kendisi olmadan varlığını sürdüremeyeceği, en azından huzurlu ve güvenli bir şekilde sürdüremeyeceği fantazisini doğrulayabilecekmiş gibi görünen bir olay ile başlar. Öyle ki, yüksek burjuva çevresi ve güç ilişkileri olan bu annenin kendi oğlu için yaptıkları onun bu simbiyotik fantazisini sanki mümkün ve gerekliymiş gibi göstermeye başlar. Bu fantazinin kısmen gerçekleşmesine izin veren şey esasında, bu güçlü annenin oğlundan ayrışmamak istemesinden ziyade, Romanya’da hukuk normlarının yerine rüşvetin ve kayırmacılığın işlerlikte olmasıdır. Yozlaşmış kamusal düzende öznenin arzu ettiği şey herkes için geçerli olan yasaya tabi olmak değil (çünkü gücün yasayı yendiği görülür), koşulsuz himaye ve destek sunarak öznede tümgüçlülük yanılsamasını sürdürebilen bir koruyucu anneye sahip olmaktır. Oysa her halükarda ötekilerle bir arada yaşamak bu fantaziyi imkansız kılacaktır. Fantaziyi geçersiz kılan ötekinin yasasının yüksek burjuva sınıfından da olsa her bireye kendini nasıl dayattığını filmin sonuna doğru fark ederiz. Yasa tamamıyla adil ol(a)masa da bir şekilde toplum içinde yaşayan herkese ‘senin de her ölümlü gibi gücünün ve arzunun bir sınırı vardır’ der. Zira yasa sadece sistematik ve yürürlükte olan hukuk demek değildir. Yasanın özne için esas hikmeti bir başkası tarafından dayatılması, bu nedenle de özneye yaralanabilir olduğunu ve ötekilere tabi olduğunu göstermesinde yatar.

Filmin giriş sahnesindeki iki kız kardeş arasındaki diyalog sırasında söylenenler Cornelia’nın (Luminita Gheorghiu) sanki sadakatsiz ve maço kocasından yakınıyormuş gibi bir izlenim verir. Kaba, anlayışsız ve Cornelia’nın her türlü fedakarlıklarına rağmen kadir kıymet bilmeyip hovardalık yapan bir koca. Kadın iç çekerek serzenişler eşliğinde kız kardeşine anlattıklarıyla evlenmiş oğlundan bahseden bir anne değil de eşini bir metrese kaptırmış ümitsiz ev kadını imajı çizer. Olup biten her şeyin farkında olan fakat bir türlü başına buyruk gezen hoyrat eşinden ayrılamayan ve hiçbir zaman da ayrılamayacağını bilen ümitsiz bir kadın! Bahsi geçen erkeğin Cornelia’nın eşi değil de oğlu olduğunu anladığımızda uğradığımız şaşkınlık filmin ilerleyen sahnelerinde oğlu Barbu’nun (Bogdan Dumitrache) karakoldaki ürkek ve ne yapacağını bilmez tavırlarını gördüğümüzde daha fazla artar. On dört yaşında bir çocuğa arabasıyla çarparak ölümüne sebep olduğu için gözaltına alınmış olan Barbu karakolda oldukça kötü bir haldedir. Yüzünden suçluluk ve çaresizlik okunur. Annesi Cornelia üst sınıftan tanıdıklarının yardımıyla ayrıcalıklı bir şekilde oğlunun yanına gittiğinde ise onun yüzüne bile bakmadan, oldukça teknik bir iş yapıyormuş gibi, polisle resmi işlemler hakkında tartışmaya girişir. Oğlunun olaydan en iyi şekilde yırtması için prosedürlerle ilgili oğlunun lehine olabilecek her türlü ayrıntıyı usta bir avukat edasıyla didik didik eder.  Mimar olmasına rağmen şaşırtıcı biçimde hukuki prosedürleri bilen kadın sanki suç örtbas etme işinde ustalaşmış gibidir. Bu ustalık Romanya burjuva sınıfına ait olmanın getirdiği alışkanlık mıdır, yoksa oğlunun bu tür kabahatlerini kapatmaktan kaynaklı bir alışkanlık mıdır bilinmez. Fakat bu aşırılığın yanında ayan beyan eksik olan bir şey göze çarpar. Cornelia, karakolda iken bu vahim trajediyi daha demin yaşamış olan oğlu ile en küçük bir duygusal alışverişte bulunmamaktadır. Bu sahne Cornelia’nın oğlu ile ilişki örüntüsünün sıra dışı bir anda cereyan eden bir temsili gibidir. Bu baskın karakterli anne oğlu için bütün yeteneklerini, ilişkilerini, hünerlerini hiç sakınmadan devreye sokabilir. Onun uğruna fedakarca dayak yemeyi göze alıp rüşvet, delil karartma, yalancı tanık bulma gibi her türlü pis işi yapabilir. Ama oğlunun çaresiz ve talepkar bakışlarına rağmen ne hissettiğini anlamak için en küçük bir çaba göstermez Onu korumak için bunca fedakarlık yapmak Cornelia için yeterli gibi görünmektedir ki onun ruhuna dokunmaya yeltenmeye dahi gerek duymaz. Oğlunun en çok ihtiyacı olduğu zamanda bile onu aynalamak aklına gelmez. Cornelia’nın en büyük yanılgısı oğlunun ihtiyaçlarını duygudan arındırılmış biçimde değerlendirmesidir. Oysa ötekinin zihnine girememek ya da onun kendi zihnine girmesine izin vermemek onu yok saymak demektir. Barbu annesinin karşısında bir yandan onun sınırsız ilişki talebi ve aşırı kontrolcülüğü tarafından boğulurken diğer yandan, belki de daha çok, bakılmamaktan ve görülmemekten dolayı çaresizce öfkelenmektedir.

Barbu annesinin manipülasyonlarına karşı koymayıp güvenlik gerekçesiyle bir süreliğine hayatına sınırsızca müdahale eden annesinin evinde kalmaya razı olur.  Üstelik annesinin sadece Barbu’yu misafir etmek istemesine ve sevgilisine haber dahi vermemesine rağmen bunu yapar. Barbu için bu evdeyken annesine defalarca belirtmesine rağmen annesin onun istediği kremi değil, daha iyi olduğunu düşündüğü için bir başka krem getirir. Bu Barbu için bardağı taşıran son damla olur. Annesinin Barbu’nun talebini duyarsızca görmezden gelip en iyi olduğunu düşündüğü şeyi onun adına yapması Barbu’yu çileden çıkarır. Barbu işte o zaman öfke nöbetiyle evi terk eder. Cornelia oğlunun zihninde olup bitenlere ve talebine kayıtsız kalarak, krem konusunda da bir anlık tereddüt sonrasında her zamanki gibi kendi iyi bildiğini yapmıştır. Oğlu öfke nöbetiyle evi terk ederken oğlunun niçin bu kadar öfkelendiğine bir türlü anlam veremez. Oğlu onun için ayrı bir özne değil, adeta kendi uzantısı gibi olduğu için onun zihninin içine giremez. Oysa öfke nöbetlerinin sebebinin bu kayıtsızlık olduğu ayan beyan ortadadır. Cornelia’nın yanılgısı kendi narsistik uzantısı gibi gördüğü oğlunun esas ihtiyacının ‘bedensel iyi oluş’ olduğudur. Oysa özne ötekinin bakışı ve tanıması sayesinde kendi varlığını hissedebilir. Konuşan varlık olarak insanın dili ötekine seslenmek ve kendi içinde olup bitenleri bir başkasına iletmek üzere yapılanmıştır. Anlaşılan o ki, Barbu büyüme sürecindeyken de hep o daha talep et(e)meden önce onun ihtiyacı olduğu varsayılan şey annesi tarafından ona sunulmuştur. O yüzden Barbu’nun sevgilisi Carmen (Ilinica Goia) ile annesi arasında mutfakta geçen çarpıcı diyalog sırasında Carmen Barbu’nun isteklerini hiçbir zaman dile getirmediğini belirtir. Sözün ya da simgesel ilişkinin gelişebilmesi için öznenin ayrı bir varlık olarak tanınması gerekir. Barbu ayrı bir varlık olarak tanınmadığı için ikili ilişkiden, yani Lacancı deyişle imgeselden üçüncü bir ötekinin dahil olduğu simgesel düzene geçişte diğerlerine nazaran daha fazla zorlanır. Barbu ötekinde bir karşılık bulup bulmayacağından emin olamadığı için annesi dışındaki bir başka kadın karşısında da çoğu kez ihtiyacını iletme yetisini kullanamaz haldedir. O ne söylerse söylesin sözü hep duvara çarpmış, annesi hep kendi bildiğini okumuştur. Onun ya talebinin seslendirilmesine izin verilmemiş ya da seslendirilen talep muhatabına gerçek anlamda ulaşmamıştır. Arzusu hep kontrol edilmiş ya da ona yapay biçimde sunulmuştur. Annesinin bu ulaşılamazlığı nedeniyle aşırı ilgili görünen annesi karşısında aslında yapayalnız bir haldedir. Cornelia oğlunu kendi narsistik uzantısı gibi gördüğünden onun neye ilgi duyup neye duymadığı ile hiç ilgilenmez. İşte bu yüzden oğlunu sevgilisinden uzak tutmak istemesi ödipal bir rekabet duygusundan kaynaklanmıyor gibi görünmektedir. O sadece oğlunu bir parçası gibi her daim yanında tutmak ve diğer herhangi bir kimse ile paylaşmamayı istemektedir. Oğlunun sevgilisi Carmen’e onunla hiçbir problemi olmadığını söyleyip esas ilgilendiği şeyin oğluna neyin iyi geldiği olduğunu söylediğinde Barbu’nun sevgilisi Carmen şaşkına uğrar. Çünkü o ana kadar Carmen Cornelia’nın kendisini istemediği ve rakip gibi gördüğü için ona kötü davrandığını düşünmüştür. Oysa Cornelia’nın derdi oğlunu ödipal bir rakip ile paylaşmamak değildir. O oğlunu kendisinden ayrıştırabilecek her türlü nesneye düşman kesilebilir. Cornelia oğlunun cezaevine girmemesi ya da fiziksel iyiliği için (diğer bir deyişle kendinden uzaklaşmaması için) oldukça mekanik ve faydacı biçimde rakipleri dahil herkesle işbirliği yapmaya hazırdır.

Anne oğul arasındaki bu simbiyotik ilişki kimi zaman cinsel olanla olmayan arasındaki ayırımı zorlaştıracak biçimde sınırları da silikleştirir. Cornelia için bu ayırım zorluğu erkeklere duygusal ve erotik yatırım yapamama şeklindedir. O kendi kuramamış olduğu cinselliğinin eksikliğini sürdürecek pasif bir koca seçmiştir ve her fırsatta onu sembolik olarak iğdiş etmektedir. Ona her fırsatta bir erkek ya da baba olmadığını söyler. Sürekli aşağılayarak iğdiş edebildiği bir koca Cornelia’nın kendi oğlu ile ikili birliğini sürdürme fantazisine hizmet etmektedir. Böylelikle oğlundan zaman içinde kısmen geri çekmesi gereken libidinal yatırımını çekemez ve bir zamanlar onun hayatta kalması için gerekli olan ikili birliğin artık işlevsiz hale geldiğini kavrayamaz. Barbu annesinin kendisine aşırı düşkünlüğünün bir nedeni olarak babasının pasif olmasını görür ve babasına o da çok öfkelenir. Kuşkusuz bu konuda haklılık payı vardır fakat neden sonuç ilişkisi bakımından aslında durum göründüğünden farklıdır. Barbu’nun babasının pasifliği annesinin ondan ayrışamamasının esas nedeni değildir. Cornelia Barbu’dan ayrışmamak için ikilinin arasına giremeyecek karakterde bir koca seçmiş olmalıdır. Belki de kendisi ile hiçbir fantazisinin arasına giremeyecek bir koca gibidir kocası. Zaten doğum günündeki dans sahnesinde eşiyle değil de sanki yalnız başına dans eden bir kadın gibi görünür. Cornelia kendisine bir bebek (fallus) armağan etme dışında bir işlev istemediği için iğdiş edebileceği ve böylelikle libidinal ilişki kuramayacağı pasif bir erkek seçmiş gibi görünmektedir.

Barbu’nun ise sevgilisi ile cinsel ilişki kurarken prezervatif kullanmasına rağmen boşalmadan geri çekilmesinin bir nedeni muhtemelen kendi babası gibi edilgen bir konuma düşme korkusudur. Diğer bir deyişle bir kadın karşısındaki edilgen konumunun baba olunca şiddetlenmesinden ve geri dönüşsüz bir yola girmesinden korkuyor olabilir.  Carmen Cornelia’ya Barbu ile sevişmeleri sırasında prezervatifin bir keresinde vajinasının içinde kaldığını ve Barbu’nun korkudan çılgına döndüğünü anlattığında annesi çok şaşırır. Belki de filmin sonundaki oğlu ile ayrışmasının başlangıcı olarak değerlendirilebilecek yas evindeki hesaplaşma ve yüzleşme sahnesine Cornelia’yı hazırlayan bu bilgidir. Cinsel olan ile cinsel olmayanı ayırt edememe Barbu’nun edilgenlik ve bağımlılık korkularının cinsel ilişkisine yansımasına yol açar. Bunun bir diğer örneğini masaj sahnesinde görürüz. Cornelia Barbu’nun sırtındaki çürükler (ölen çocuğun yakınları tarafından darp edilme sonucu oluşan) için ona kremle masaj yaparken kremi önce kendi kollarına, sonra kendi uzantısı ya da fallusu gibi gördüğü Barbu’ya sürer. Oğlu ile arasındaki tek bariyer eldivenlerdir. Barbu dışarıdaki insanlardan aldığı yaralarını iyileştirmesi için izin verdiği annesinin sınırı aşmasına, kalçalarına dek inmesine- muhtemelen abes gördüğü halde- direnç göster(e)memektedir. Annesi ‘bebeğim’ diye bahsettiği oğlunun ‘poposuna’ da masaj yapmakta bir beis görmez. Diğer yandan muhtemelen erotik niyet taşımayan bu sınır aşımının erişkin bir kadın ve erişkin bir erkek arasında geçtiği düşünüldüğünde Barbu tarafından ensestvari nitelikte algılanmaması oldukça zordur.

Cornelia ‘bebeğim’ diye bahsettiği oğlunu bebek olarak geride bırakması gerektiğinin ayırdına ergenlik çağındaki oğlunu kaybetmiş olan bir başka anne karşısında yas evinde varır. Hiç olmazsa ergenliğe geçtikten sonra ona bebek gibi davranmaması gerektiğini anlar. Bebeği bebek yapan nitelik onun bir anne tarafından doğurulmuş olması değil henüz tamamlanmamış konumda olmasıdır. O yüzden anne bebek ilişkisindeki simbiyotik tensel birliktelik bu tamamlanmamışlık nedeniyle nispeten sınırsızdır. Bebek olgunlaşmaya adım attıkça dil yetisinin de gelişmesiyle birlikte yasanın geçerli olduğu simgesel düzene girer. Annesi ile olan bu dolayımsız ve nispeten sınırsız ilişkisi simgesel düzenin ya da kültürün etkisi ile sınırlarlanır. Erken dönemlerde bebeğin hayatta kalmasına aracılık eden bu mesafesizlik sonraki dönemlerde aynı şekilde devam ederse çocuk için ödipal aşk nesnesi konumuna geçmiş olan annenin jestleri ensestiyöz nitelik kazanır. Çünkü artık tenin ve cinsel organların erotik niteliği bedensel ve simgesel olarak kavranabilmektedir. Anneyi erotik bir nesne olmaktan çıkaran şey kan bağı değil ensest yasağıdır. Bu yasak ise her ilişkiyi düzenleyen yasalar gibi sınırlarla belirlenir. Annenin bir zamanlar uzantısı gibi olan bu varlığın artık bebeği olmadığını kabul etmesi ise bebeğinin bir nevi yasını tutması ile mümkün olur. Buradaki simbiyotik birlikten ayrışma da her türlü ilişkiye sınır koyma işleminde olduğu gibi -her iki taraf için de- bir nevi kayıp olarak yaşanır.

Cornelia’yı oğlu ile ayrışması gerektiği gerçekliği ile yüzleşmeye zorlayan bir diğer şey Barbu’nun lehine yalancı tanıklık yapmasını istediği kişinin uzlaşmaya yanaşmamasıdır. Bu kişi Cornelia’ya kaza öncesinde Barbu’nun onun arabasını sollamasına izin vermediğini ve Barbu’yu kazanın olduğu kavşağa kadar kasıtlı olarak sürüklediğini belirtir. Böylelikle Barbu yapmak istediği sollama hamlesini kavşaktan hemen önce tamamlamak durumunda kalmış ve kavşağı göremeden sağ şeride geçmek zorunda kalarak kazayı yapmıştır. Yani, kazanın olduğu kavşakta Barbu sadece fail değil aynı zamanda kendisi de kurbandır. Yaptığı bu kötülüğü oldukça rahat biçimde ve en küçük bir suçluluk hissetmeden dillendiren adamın anlattıkları Cornelia’ya şok etkisi yaşatır. Yaptığı bu korkunç kötülüğü günlük rutin bir şeymiş gibi anlatan bu adam karşısında o ana kadar gördüğümüz kendinden emin ve güçlü kadından eser kalmaz. Cornelia çaresizce adama itaat eder. Fakat bu mutlak kötülük abidesinin istediği rüşvet miktarı Cornelia’nın gücünü katbekat aşmaktadır. Karşılanıp karşılanmayacağı ise adamın umurunda değil gibi görünmektedir ki bu da pazarlık yapmayı imkansızlaştırır. Cornelia işi bu yoldan çözemeyeceğini anlayıp eli boş ve ürkek bir halde oğlu ile birlikte yas evinin yolunu tutmaya karar verir. Daha doğrusu yas evinin yolunu tutmak zorunda kalır. Çünkü oğlunun en az cezayı alabilmesi için ölen çocuğun ailesinin Barbu’dan şikayetçi olmaması gerekmektedir. Ödenmesi gereken esas bedel artık doğru hedefe yönlenmiştir. Bunun yanında yas evinde Cornelia’nın kendi oğlu ile -oğlunun cezaevine girmesinden dolayı fiziksel değil fakat- sembolik olarak ayrışması gerçekleşeceğinden ve sadece Barbu değil, Cornelia da kendi suçluluğu ile yüzleşeceğinden ötürü bu daha da sahici bir bedeldir. Cornelia ölen çocuğun ailesine vermek istediği maddi bedeli ‘’kan parası’’ olarak sunmadığını özellikle vurgular. Bu parayı oğlundan şikayetçi olmamaları için veya ölen evlatları için değil kendisi için vermek istediğini belirtir. Böylelikle Cornelia’yı ilk kez bir başkası ile hesap kitap yapmayan ve savunma halinde olmayan bir konumda görürüz. O kendi suçluluğu ve oğlunun artık kendinden ayrı erişkin bir birey olduğu gerçeği ile yüzleşmeye çalışmaktadır. Oğlunun bu işlediği bu kabahat karşısında nasıl bir bedel ödeyeceği ile ilgilenmez çünkü o kendi bedelini kendisi ödeyebilecek ayrı bir erişkindir artık. Bu geç kalmış kayıp ile yüzleşmesi nedeniyle, Cornelia sanki yas evinde oğlunu kaybetmiş olan kişi kendisiymiş gibi gözyaşları içinde oğlundan bahseder.

Cornelia bir yandan da varlıklı yaşamının ve güçlü bağlantılarının tüm çabalarına rağmen davaya hiçbir etkisinin olmadığını görmekle oğlunun ve dolayısıyla kendisinin de yaralanabilir olduğu gerçeği ile yüzleşmek durumunda kalır. Yozlaşmanın olduğu yerde güç daha fazla iktidar demektir. Gücün sağladığı iktidar suçlu birini toplumsal yasanın dışında ayrıcalıklı bir konumda tutabilir. Fakat bu denklemde aynı zamanda daha güçlü olan bir başkasının keyfi kötülüğüne maruz kalma olasılığı da baş gösterir. Kaldı ki hiçbir güç insanı yasadan yani ötekinin gücünden ya da öfkesinden muaf tutamaz. Toplumsal yasa zaten bizden güçlü olan başkalarının gücüne keyfi biçimde maruz kalmamamız için oluşturulmuştur. Eğer ortak bir yasanın dışında konumlanıyorsak gücün ve bağlantıların hiç bir öneminin kalmadığı an çok da uzakta değildir. Cornelia’nın bu gerçeği idrak etmesi onu yasanın içine girmeye ve hesaplaşmaya mecbur bırakır. Yasa kaçınılmaz olan şiddetin ya da yaralanabilirliğin herkes için sistematize edilmiş bir sürümüdür. Diğer bir ifade ile kötünün iyisidir. Fakat sadece daha az ceza aldığımız ya da belirlenmiş olan ceza kuralları keyfiliği ortadan kaldırdığı için değil. Yasa aynı zamanda işlediğim suça karşı reva görülen cezayı belirleme yoluyla ve bu cezanın bana uygulanmasını sağlayarak ötekiler tarafından affedilmemi sağlayan şeydir. Affedilmezsem bile işlediğim suç karşısında alacağım ceza ile ilgili herkes -en azından görünürde ya da kağıt üzerinde- mutabık olduğundan bu ceza benim suçluluk duygumu nötralize eder. O halde yasa beni kimi zaman daha acımasız olabilen kendi içsel yasamın (süperego) saldırısından da korumaktadır. Ötekinin bana işlediğim suç karşısında reva gördüğü ceza yani benim ödediğim kefaret aynı zamanda benim suçluluğumu yatıştıran şey olmaktadır. İşte bu yüzden, Cornelia’nın ve oğlunun yasaya tabii olması karakolda ya da mahkemede değil, gerçek ötekiler ya da muhataplar karşısında hesaplaşma ile mümkün olabilmektedir ancak. Barbu’nun yasaya madun olduğunu gördüğü anda, Cornelia aynı zamanda bu ikili simbiyotik ilişkiye ötekilerin de aslında çoktan dahil olmuş olduğunu kavramış olur. İkili arasındaki insanlaştırıcı mesafe ancak üçüncünün kanlı canlı duygularıyla girmesi ile tesis edilebilmektedir. Yozlaşma ve güç ilişkilerinin baskınlığı nedeniyle işlevini yitirmiş olan bürokratik yürütme organları ile değil. Ötekilerin yakıcı duyguları ile karşılaşmak için ise Cornelia ve oğlu yas evine girmek mecburiyetindedir

Yas evinde ölen çocuğun babası olan adam, Cornelia’nın beklediğinin aksine, oğlunun ölümünü tevekkülle karşılamış olan biridir. Fakat tam da onun uzlaştığını düşündüğümüz anda o Cornelia’ya şöyle der: ‘’o canavar oğlumu ezdiğinde onun yanına bile gitmemiş. Belki gidip görse onu kurtarabilirdi’’. Yaslı babanın kabullenemediği şey oğlunun kaza ile sonucu ölmesi değil, sorumsuzca ve duyarsız bir şekilde öylece bırakılmasıdır. Öylece bırakıldığı için kurtarılma ihtimali olup olmadığı açıkta kalmıştır. Babanın öfkelenmesine neden olan esas şey kazayı yapan Barbu’nun korkup kaçmasıdır. Failin kabahati işlemesi değil işledikten sonra kaçması yaslı babayı daha çok yaralamıştır. Cornelia ise oğlu Barbu’nun sorumluluk almayı değil korkup kaçmayı tercih etmesinin kendi aşırı koruyucu olmasının bir sonucu olduğunu muhtemelen hissetmektedir. O halde Cornelia’nın oğlunun yerine vekaleten yas evine girerek hesap vermeye çalışması aslında bir bakıma isabet olmuştur. Cornelia o anda oğlunun vekili olarak değil bizatihi kendi günahıyla yüzleşmiştir.  Yaslı bir anne ve baba söz konusu olduğunda kendi oğlunun ciddi tehlikede olması ya da yozlaşmanın bir toplumsal realite olması Cornelia’nın ‘aşırı koruyuculuk günahı’nı mubah göstermez. Cornelia ancak kendi suçluluğu ile ve oğlunun hayatını kontrol edemeyeceği gerçeği ile yüzleştikten sonra oğluna bu yaslı babayla kendi başına yüzleşmesi için -arabanın çocuk kilidini açarak- izin verebilmektedir. Ve ancak o zaman oğlunu ilk kez gerçek bir tehlike karşısında- ölen çocuğun babasının karşısında- iken müdahale etmeden sadece dikiz aynasından izleme cesaretini gösterebilmektedir. Cornelia bir başkasının evlat acısı sayesinde kendi oğlundan ayrışmasının yasını yaşayabilmiştir.

* Psikesinema Dergisi’nin 5. sayısında yayınlanmıştır.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir