Annelik Hüznünden Doğum Sonrası Depresyonuna Lohusalık Döneminde Değişen Ruh Halleri

Doğum birçok çift için mutluluk idealinde önemli bir basamak olmakla birlikte getirdiği sorumluluklar, kısıtlanmalar ve rol değişimleri nedeniyle herkes tarafından aynı şekilde algılanmaz. Kadınlıktan anneliğe geçişle birlikte toplumun kadından ve kadının kendisinden rolleriyle ilgili beklentileri bu dönemde zaten hormonal ve fizyolojik değişimlerle kırılgan hale gelmiş olan kadında duygusal çalkantılar oluşturur. Gebelik ve lohusalığın bir kadının yaşamındaki en mutlu dönemler olması gerektiğine ilişkin toplumsal beklentiler kadınlarda önemli duygusal yüklere yol açabilmektedir. Bu beklentiler aynı zamanda kadınların duygu ve düşüncelerini rahatlıkla paylaşmasını zorlaştırarak yüklenmeyi arttırmaktadır.

Anneliğin koşulsuz sevgi ve ilgi, öfkelenmeme, sürekli fedakarlık, bebekten sonra hep mutlu olma anlamına geldiği ile ilgili toplumsal rol beklentileri genellikle annelerde dayanılması güç baskılar oluşturur. Anneyi bir özne olarak yok sayan bu rollere ilişkin beklentiler annenin sevgi, endişe, şefkat hislerinin yanında kızgınlık, hayal kırıklığı ve engellenme hislerine izin verilmemesine yol açar. Bu beklentilerin içerildiği anneliği tanımlayan erkek egemen zihniyet, anneliği yaşayanlar ise kadınlardır. Annelik rolüne ilişkin bu kültürel beklentiler yani ‘süper annelik’ miti doğum sonrası ruhsal zorlanmalara zemin hazırlamaktadır.

Çocuk sahibi olmanın ruhsal bakımdan birçok doyurucu yönü olmakla birlikte her önemli yaşam olayı gibi birçok başka değişiklik ve kayıpla birliktelik arz eder. Kadının doğumla birlikte beden imgesinin değişmesi kendini cinsel yönden çekici bulmamasına yol açabilir. Güvencesiz çalışmanın yaygın olduğu günümüzde doğumla birlikte mesleki rollerin ve konumun yitirilmesi sık rastlanan bir durum. Çalışanlar için ise doğum sonrası izinlerin yetersizliği kadınlar için depresyona yatkınlık yaratan önemli bir stresör olarak karşımıza çıkmakta. Bebek sahibi olmakla arkadaşları ve sosyal çevresi de kısıtlanan kadınlar bağımsızlığını yitirmiş ve daha ‘geleneksel kadın’ rolüne girmiş gibi hissedebilirler. Tüm bu psikososyal etmenler hormonal değişimlerle, yani gebelikte yükselmiş olan östrojen ve progesteron düzeylerinin doğumdan sonra hızla azalmasıyla zaten kırılgan bir döneme girmiş olan kadınlarda ruhsal rahatsızlıklara zemin hazırlayabilir.

Doğumdan sonraki haftalarda kadınlarda özellikle duygudurum bozuklukları gelişme riski artar. Gebelik ve lohusalıktaki halsizlik, bitkinlik, yorgunluk fizyolojik değişiklikler duygudurum bozukluklarının maskelenmesine yol açabilir. Belirtilerin şiddetine göre lohusalıkla ilişkili ruhsal rahatsızlıklar üç başlıkta toplanır: annelik (lohusalık) hüznü, doğum sonrası (post-partum) depresyon ve doğum sonrası psikozu.

 

Annelik Hüznü

Doğum sonrası süreçte annenin yaşadığı duygudurum sendromlarından en sık görüleni %15-84 arasında değişen oranlarda ortaya çıkan annelik hüznüdür (maternity blues). Anelik hüznü yaşayan kişide hafif şiddette depresyon, duygusal oynaklık, yorgunluk, bitkinlik, tahammülsüzlük, ağlama nöbetleri, dikkat ve konsantrasyon güçlüğü gibi belirtiler görülür. Dikkat ve konsantrasyon güçlüğü annede unutkanlığa yol açabilir. Bu belirtiler herhangi bir ameliyattan sonraki günlerde gözlenebilse de bu belirtilerin diğer ameliyatlarda sıklıkla günler içinde gerilediği gözlenir. Fakat annelik hüznü yaşayan bireyde günler içinde şiddetlendiği gözlenebilmektedir. Doğum sonrası annelik hüznü iki haftadan fazla sürerse ya da belirtiler gittikçe şiddetleniyorsa bu tablonun depresyon olup olmadığı bir psikiyatrist ile birlikte araştırılmalıdır. Bazen hafif depresif belirtilerin daha ağır bir duygudurum bozukluğunun öncüsü olabileceği unutulmamalıdır.

Doğum Sonrası Depresyon

 

Doğum sonrası depresyon genellikle doğumu izleyen haftalar veya aylar içerisinde gelişebilir. Bazı kadınların sadece doğum sonrası dönemlerde depresyon geçirmesi doğum sonrası (post-partum) depresyon kavramının ortaya atılmasına neden olmuştur. Doğum yapmanın depresyonu tetikleyici etkisi yine bazı kadınlar için diğerlerine göre daha fazladır. Lohusa hüznüne göre daha uzun süren orta ya da şiddetli düzeyde depresif belirtiler baş gösterdiğinde doğum sonrası depresyon söz konusum olur.

 

Kimler Daha Çok Risk Altında?

Daha önceden depresyon geçirmiş olan veya kullanmakta olduğu antidepresanı gebelik sırasında kesilen kadınlar daha fazla risk altındadırlar. Gebelik sırasında depresyon veya anksiyete belirtileri olan kadınlar için lohusalık döneminde de depresyon geçirme olasılığı daha fazladır. Bu yüzden gebelik sırasında sürekli biçimde mutsuzluk, isteksizlik, çökkünlük, kaygı, huzursuzluk gibi belirtileri olan kişilerin psikiyatristler tarafından değerlendirilmesi önemlidir. Stresli yaşam olayları, eş ile ilişki sorunları, ekonomik sorunlar, sosyal desteğin yetersiz olması, ilk kez doğum yapma ve lohusa hüznü yaşamış olmak da depresyon gelişimi için risk teşkil eder. Mükemmeliyetçi, titiz ve ayrıntıcı karakter yapısına sahip kişilerde doğum sonrası depresyon daha sık görülebilir. Üç ya da daha fazla sayıda küçük çocuğu olanlar, yakın ve güven verici bir ilişkisi bulunmayanlar diğer bireyler gibi doğum sonrası depresyona daha yatkın olurlar. Adet dönemlerinde duygudurum değişikleri yaşamak ile doğum sonrası depresyon arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Yaygın kanının aksine emzirme ile doğum sonrası depresyon arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Çocuğun cinsiyeti kendi başına bir etmen olmamakla birlikte geleneksel ailelerdeki erkek çocuk beklentisi kız bebek doğuranlarda ciddi stres kaynağı olabilir. Anneliğe hazır olmayan, henüz otonomi kazanıp bireysel kimliğini yeterince pekiştirememiş genç ve ergen anneler depresyon için daha fazla risk altındadırlar.

 

Belirtiler Neler?

Çoğu kadında zaten gebelik sırasında da depresif belirtiler vardır. Depresyondaki kadın kendisini çökkün, mutsuz hisseder. Genel olarak yaşamaya karşı ilgi ve istek kaybı yaşar. Bedensel yorgunluk, bitkinlik, halsizlik, iştahsızlık, uykusuzluk ya da aşırı uyuma isteği gözlenir. Değersizlik, yetersizlik ve suçluluk duygularına bazen ölüm düşünceleri eşlik edebilir. Dikkat ve konsantrasyon güçlüğü nedeniyle bitkinliğin yol açtığı günlük işlerindeki aksama daha da artabilir. Depresyona sıklıkla aşırı kaygılanma ve çabuk sinirlenme eşlik eder. Tüm bu belirtiler bebeğini yeterince sevmediği ve ilgilenemediği şeklinde suçluluk düşüncelerini pekiştirebilir. Bebeğinin sağlığı, bedeni, uykusuyla ilgili aşırı endişelenmelere yol açabilir.

Depresif belirtiler bazen bipolar bozukluğun depresyon döneminin görüngüsüdür. Nadir olmakla birlikte doğum sonrasında depresif belirtilere ek olarak veya bunlardan bağımsız hezeyan ve halisünasyonlarla seyreden psikotik dönemler ortaya çıkabilmektedir.

 

Ne Yapmalı?

 

Annelik hüznü genellikle ilaç tedavisi gerektirmeden kendiliğinden düzelir. Belirtiler konusunda anneyi bilgilendirerek durumu normalleştirme ve yüksek beklentileri gerçekçi biçime dönüştürme, anneyi rahatlatır. Yakınları tarafından sosyal destek ve güvence gören anne süreci daha kolay atlatacaktır. Annenin kendine bakım için özel zamanlar ayırması daha iyi hissetmesine yardımcı olabilir. Bunun için eşinin ve ailesinin yardımıyla kendi başına kalabileceği, örneğin yürüyüş yapabileceği, kitap okuyabileceği, film izleyebileceği, uyuyabileceği ya da gidip parkta oturabileceği günlük zaman dilimleri organize edilebilir. Kadının kendine zaman ayırmasının bebeğiyle ilişkisinin daha sağlıklı olmasına katkı yapacağı unutulmamalıdır.

Zamanın kiminle geçirildiğine bakmaksızın, ki bu kişinin en değerli varlığı da olabilir, sosyal etkileşimlerin kısıtlanması çökkün duygudurumun artmasına neden olabilir. İnsanın sürekli dar bir çevrede vakit geçirmesi sosyal rol ve kimlik kaybı gibi algılanabilir. Annenin kendine ayırdığı zamanlar dışında hayatındaki diğer önemli kişilerle vakit geçirmesi bu anlamda önem arz eder. Her birey özellikle de kırılgan olduğu dönemlerde benlik saygısını sürdürebilmek için ötekilerle ilişkisini sürdürmeye muhtaçtır. Mümkünse eşiyle haftada bir kez etkinlikte bulunmak ve kısa süreli de olsa konuşup dertleşmek depresif ruh halinden çıkmasına yardımcı olabilir. Annenin fiziksel aktivite yapması, mümkünse diğer bebği olan annelerle bir araya gelebileceği etkinliklerde bulunması duygusal olarak iyileşmesine katkı yapabilir. Destekleyici psikosoyal girişimlere ek olarak gerekli ise aile danışmanlığı/aile terapisi oldukça faydalı olabilir.

Anneyle bebek arasında sağlıklı bir bağlanma ilişkisinin gelişebilmesi için annede depresyon varsa tedavi edilmelidir. Bebeğin fiziksel, ruhsal ve bilişsel gelişimi bakım verenle yakından ilişkili olduğundan bakım veren kişinin ruhsal iyiliği sağlanmalıdır. Lohusalık depresyonunda tedavi planı yapılırken psikiyatrist, kadın doğum uzmanı ve çocuk hekimi işbirliği içinde çalışmalıdır. Hafif ya da orta şiddetli depresyonda genellikle psikoterapi yeterli olmaktadır. Depresyon orta ya da şiddetli ise veya tek başına psikoterapiye yanıt alınamadıysa ilaç tedavisi gündeme gelecektir. Tedavi edilmeyen depresyonun bebek üzerindeki etkilerinin bazen emzirme döneminde ilaç kullanmaktan ya da emzirmeyi kesmekten daha zarar verici olabileceği göz önüne alınmalıdır. Bu tür durumlarda ilaç kullanmanın ve kullanmamanın kar/zararları hekim, hasta ve eşi/ailesi tarafından tartışılıp kararı birlikte vermek uygun olacaktır. Anne sütüne en az geçtiği bilinen antidepresanların olası yan etkileri hastaya ve ailesine açıklanıp bilgi verildikten sonra uygun tedavi seçilir. Psikoterapi ve ilaç tedavisine yanıt alınamayan hastalarda elektrokonvulzif tedavi (EKT) birçok vakada ciddi iyileşmeler sağlayan ve başarıyla uygulanabilen bir tedavi seçeneğidir.

* Annelik Sanatı Dergisi’nin Ağustos 2014 sayısında ‘Annelik Hüznünden Doğum Sonrası Depresyonuna Lohusalıkta Değişen Ruh Halleri’ başlığı ile yayınlanmıştır.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir