Bilimin İdeolojiden Arınma Olasılığı-1

Bilim ile ideoloji arasında net bir ayırım yapma girişimi Marxist gelenekten gelen Althusser’e ait olmasına rağmen bu ayırım bir söylem olarak daha çok iktidarlar ve temsilcileri tarafından kullanılagelmiştir. Günümüzde de örneklerine rastladığımız, sisteme yöneltilen herhangi bir eleştiri veya tavır karşısında, Napolyonvari bir ‘ideolojiktir’ yaftası yapıştırmak eleştiriyi değersizleştirmeye çalışarak yaptığını meşrulaştırmanın en kolay yolu haline geldi. Bilim ve ideolojinin sınırlarının karşılıklı olarak belirlenmesi sonraları Zima tarafından ideolojinin bilim dolayımıyla olumsuzlandığı ve Marxizmin burjuva ideolojisi ile olan uyuşmazlığının bilim ile ideoloji arasındaki uyuşmazlığa indirgendiği yönünde eleştirilmiştir. Diğer yandan Althusser’in ‘ideolojilerin varoluşu maddidir’ saptaması tıpkı kavramın ilk kullanıcısı Destutt de Tracy’nin insanın temel yeteneği olarak gördüğü duyuları bütün idelerin kaynak noktası olarak kavraması gibi ideolojiyi ve genel olarak düşünceyi nörobilimsel bir kategori olarak ele almaya olanak verir. Yani bireyin düşüncesi çeşitli görsel ve işitsel imgelerin bir araya getirilmesi yoluyla oluşur. Onun fikirleri kendi edimleri, duyumları yoluyla oluşturduğu göstergelerden ibarettir. O halde, örneğin kişinin dini varoluşu onun ritueller ve diğer yaşantılar sonucunda zihninde beliren imgeler arasında konumlanır. Ya da bir kişiden mensup olduğu grubun ideolojisi tanımlanması istendiğinde yapabileceği şey aslında belleğindeki görsel ve işitsel imgeleri yine işitsel imgelere dönüşecek olan seslere dönüştürmektir. Bu önerme aynı zamanda ‘dil mi düşünceden önce gelir yoksa düşünce mi dilden?’ sorusuna bir yanıta tekabül eder. Söylenenlerin bir düşünsel bir özün ifadesi olduğu zannedilse de Saussure’ün dediği gibi dil bir araç değil bizatihi düşüncenin kendisidir. Dil olmadan düşünce edimi kendi başına mümkün olmaz. Yani ‘metnin dışında hiçbirşey yoktur’.Bir gösteren (imge) her zaman başka bir gösterene işaret eder. Açıkta kalan, eksik kalan, dile gelemeyen bir şey her zaman kalır ki bu söyleme ihtiyacını doğuran, talep edendir. Dolayısıyla ideoloji de kendi başına bir varoluş değil Althusser’in dediği gibi maddi varlıkların imgelemimizdeki karşılıkları olabilir ancak. Anlamla dil arasındaki ayırım belki göstergebilimin dilsel ve dilsel olmayan alanlardaki ayırıma benzetileribilir.

Bilim ve felsefe arasındaki sınırları arayan Bacon’un idol öğretisi insan usunun ideoloji-kendisi bu terimi kullanmamakla beraber- tarafından nasıl kuşatıldığının kendi dönemindeki baskın idolleri göz önüne alarak tarifini yapar. Bilimin ideolojiden bağımsız olduğunu düşünmek bilimde de ideolojik bir yön olabileceğini görmemizi engelliyor. Bacon bu konuda şöyle diyor:

İnsan usu saf bir ışık değildir, aksine insan usu istençlerin ve duyguların tesiri altındadır. Bu insanın istediği her şey için bilimler yaratıyor.’

Her ne kadar duyguların etkisindeki akla vurgu yapılsa da bu cümlede ideoloji ile temsil edilen bir sisteme olan bağlanma ihtiyacının ve bu ihtiyacın sistemi içselleştirmeye nasıl yol açtığının izleri sürülebilir. Bilim-ideoloji ayırımı ve sadece yöntem gözetilerek bilime kuşkucu yaklaşmamak en çok egemen ideolojinin işine yarayabilir. Giderek bir şeyin bilimsel olduğunu söylemek o şeyin ideolojik olmadığını söylemekle aynı anlama geliyor. Bir dönem bilim olarak kutsanan, üniversitelerde okutulan, bilim tarihi kitaplarına giren çalışmaların sonraki dönemlerde sahte bilim diye adlandırıldığı sıklıkla unutulur.

İdeolojik yanılsamalardan bilim sayesinde bütünüyle arınmanın mümkün olamayacağı Gramsci tarafından da dile getirilmiştir: ’Gerçekte bilim de bir üstyapı, bir ideolojidir’. Bu bilimin uzun süreler boyunca karanlıkta, bir başka egemen ideoloji olan dinin gölgesinde kalmasından da anlaşılabilir. Bilim adamlarının bütün çabalarına karşın, bilim kendini çıplak nesnel bilgi olarak hiçbir zaman sunmaz. Bilim her zaman bir ideoloji tarafından çepeçevre sarılmış olarak görünür ve somut olarak bilim denen şey nesnel olgunun bir hipotezle (doğal olarak ideolojinin tesirindeki) ya da hipotezler sistemiyle birliğidir. Bu hipotezler yalın nesnel olguyu arkalarında bırakırlar. Bilimsel araştırma verileri ideolojiden bağımsız olabilirler ama bilimsel metodolojiye ait bir soyutlama sistemiyle ideoloji yine gölge olarak kendini kaydeder. Kaldı ki bilimsel araştırmanın konusu seçilirken bile ideoloji karar verme sürecinde iş başındadır. Bu Althusser’in ‘düşüncenin konusallığı’ dediği şeye yani düşüncenin nesnesine kaydedilmiş oluşuna benzer. Derrida’nın dediği gibi, çerçevenin kendisinin çerçeveye alınan içeriğin bir parçası oluşu göz önünde bulundurulmalıdır. Hakim paradigmaların nasıl oluştuğu göz önüne alındığında bu mesele daha çarpıcı yönüyle gözlemlenebilir. Bilimi tarih ve toplum çerçevesinde ele alan Kuhn bilim tarihine baktığında sürekli yinelenen şöyle bir döngü gözlemler:

Düzgüsel(normal) bilim-bunalım-devrim-düzgüsel bilim

Düzgüsel bilim evresinde, bilimciler, belli bir paradigma çevresinde toplanırlar. Paradigma bilimciler arasında temel kuramlar, alandaki sorunlar, yöntemler, bir alandaki sorunu çözmenin kabul edilebilir yolları, bir bilimci adayının bilimci olabilmesi için alması gerekli eğitim (içeriği, biçimi vb.) vb gibi konularda belli bir uzlaşmanın sağlanmış olması olarak tanımlabilir. Başlangıçta bilimciler alanın temel konularında belli bir fikir birliğine sahiptirler. Her paradigmanın üzerine çalışılmaya değer bulduğu sorunlar ilk başta paradigma için tehdit değildir. Ancak, bir süre sonra bu sorunlar birikir ve yeni bir paradigma gerekir. Kuhn’un paradigma değişimi için verdiği ünlü örnek, Batlamyus gökbiliminden Kopernik gökbilimine, diğer bir deyişle; Dünya’yı evrenin merkezi sayan yaklaşımdan, Güneş’i Güneş Dizgesi’nin merkezi olarak gören yaklaşıma geçiştir. Bilim adamının bilincinin içinde yaşadığı toplumsal formasyondan bağımsız olamayacağı düşünülürse paradigmaların oluşumu ve değişimi süreçlerinde ideolojinin nasıl işe karıştığını anlamak zor değildir. 9 Haziran 2005’te Nature Dergisi’nde yayınlanan bir raporda, adsız olarak yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan bio-medikal bilimcilerin üçte birinin veriler ve yöntem üzerinde oynamalar yaptığının ortaya çıktığı belirtilmektedir. Araştırmacıların geçimlerinin dergilerde yayımlatabildiği makalelere ipotek edildiği göz önüne alınınca durum nedeni daha iyi anlaşılabilir. Bir diğer sorun bilim dünyasında popüler bazı dergilerin ve bilim adamlarının gelirlerinin büyük bölümünü ilaç firmalarının fonlarından, bağışlarından ve aboneliklerinden edinmeleridir. Ayrıca birçok akademisyenin bildiği üzere bilimsel dergiler baskın olan kuramların öngörüleri dışında bulgulara ulaşan çalışmaları yayınlamakta daha çekingendirler. Bu nedenle bilimsel dergilerde baskın olan kuramların desteklendiği çalışmalara daha sık yer verilir. Bu da Kuhn’un paradigma anlayışına uygunur. Yani bir kuramı destekleyen 100 makale yayınlanması bunu desteklemeyen 100 çalışma yapılmadığı anlamına gelmez. Kaldı ki araştırmacılar bu gerçeği bildiklerinden popüler kuramlarla ilgili makale yayınlamaya daha meyillidirler. Meta analiz çalışmaları bu soruna çözüm arasa da ‘çekmece yanılgısı’ denilen bu olgunun gölgesinde kalması mümkün hale gelir.

Gramsci’ye dönecek olursak; bilimlerin bir üstyapı unsuru olmasından ötürü ideolojinin kıskacından kurtulamayacağını söylediği noktada praksis felsefesine (Marxizm) ilişkin ‘bilim mi ideoloji mi?’ sorusuna da yanıtı kendince vermiş olur. Ya da soru anlamını yitirir. O Marx’ın görüşlerini bilim olarak adlandırmak yerine ‘organik ideoloji’ kavramsallaştırmasını kullanmakta ısrar eder. Gramsci’ye göre ideolojiler iki ana başlık altında toplanabilir: belirli bir yapı için zorunlu tarihsel organik ideolojiler ve insanlar tarafından ortaya atılan, ideoloji diye adlandırılan gelişigüzel kavramlar yani isteğe bağlı, ‘kasıtlı’ ideolojiler arasında ayırım yapmak gerekir. Çatışan sınıflardan birine bağlı olan ideoloji özsel veya organiktir. Organik ideolojiler ‘bir dünya tasarımının en yüksek anlamıyla sanatta, hukukta, ekonomik faaliyette bireysel ve kolektif yaşamın tüm dışavurumlarında örtük olarak’ ifade edilirler. Bunlar kendi konumlarının, mücadelelerinin, vs. bilincini edinebilecekleri bir alan yaratırlar’.

Dolayısıyla ideolojiler büyük ölçüde altyapı tarafından biçimlenen, fark edil(e)meyen ama insanların kendilerini ancak onun içinde anlamlandırabildikleri ve toplumsal dünyanın farklı veçhelerini örtük fakat bir diğerini tamamlayıcı/destekleyici bir içerikle dolduran unsurlardır. Tarihsel olarak organik ideolojiler insan varoluşunu belirleyen temel bir etmen olarak içinde yaşadığımız toplumsal, kültürel ve siyasal dünyayı kaynaştırarak bir ‘tarihsel blok’ oluştururlar. Gramsci’ye göre bu tarihsel blok aynı zamanda bir sınıfsal hegemonya inşası anlamına gelir.

İdeoloji teorisi alanındaki çalışmalar bireyin özel ve toplumsal yaşamını kuşatan örtük sınırları açığa çıkarma ve onları sorgulayarak aşma yolunda önemli çabalar olarak tarihe geçti.İdeoloji eleştirisi ‘gerçeği çığa çıkarma’, ‘gerçekle yüzleşme’nin dinamiği olarak görüldü. Lacancı terminolojiden yapılan alıntılar ve benzetmelerle ‘gerçek’, ‘gerçeklik’ ve ‘ideoloji’ arasındaki ilişki farklı biçimlerde ele alındı.Genel olarak ideolojiler üstü/dışı bilimsel gerçekliğin tespitini amaçlayan yaklaşım ile gerçekliğin kendisinin ideolojik olarak kurulduğu, dolayısıyla ideolojinin gerçekliğe içkin olduğu ve insan varoluşunun temel bir bileşeni olduğu şeklinde iki yaklaşım ortaya çıktı.Zizek tarafından da benimsenen bu ikinci yaklaşım ideoloji çalışmalarında daha temel bir dayanak olarak görülmekte ve yukarıda da değinildiği gibi gerçekliğin zihinde yansıması ideolojik olarak kodlanan simgeler ve kavramlar yoluyla oluştuğunu savlar.Diğer bir deyişle dış dünyadaki bir nesne zihinde temsil edilirken ideolojik bir içerikle beraber oluşur ve imge bu içerikten koparılamaz.

 

KAYNAKLAR

 

Althusser L. ‘İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’, İthaki Yayınları, 2006.

Akay A. ‘Moderniteyi Yeniden Ele Almak:İdeolojisizleşme’.Doğu-Batı Dergisi İdeolojiler 1, Ağustos 2004;(28) 11-25Ertuğrul K. ‘Sosyal Teoride İdeolojik Kapanımları Kırma Arayışları ve Doğu-Batı Ayırımı’. Doğu-Batı Dergisi İdeolojiler 1, Ağustos 2004;(28) 26-42

Gezgin U.B. http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task =view&id=388&Itemid=28

Gramsci A., ‘Hapishane Defterleri’, 2007

Güngör S. ‘Althusser’de İdeoloji Kavramı’, Süleyman Demirel Ünv. İktisadi ve İdari Bilimler Fak. Yayınları, 2001,(6),221-231

Kazancı M. ‘Althusser ile İdeoloji Üzerine Yapılmamış Bir Söyleşi’, İletişim Araştırmaları, 2003, 1(2), 37-54

Kazancı M. Althusser, ‘İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Son Söz’, http://ilef.ankara.edu.tr/id/gorsel/dosya/1164634976althusserideoloji.pdf

Marx K., Engels F., ‘Alman İdeolojisi’, 2008

Özbek S. ‘İdeoloji Kuramları’ Bulut Yayınları, 2003nton, S. (2005), “Karl Popper”, in The Stanford Encyclopedia odition), Edward N. Zalta (ed.). http://plato.stanford.edu/archives/sum2005/entries/popper/ .

Yılmaz Z. ‘Althusser’in Bilim, İdeoloji ve Düzeyler Teorisinin Açmazları: Üstbelirlenimden Postbelirlenime’, Praxis (4), 2001, 35-74

Zizek S. ‘İdeolojinin Yüce Nesnesi’, Metis Yayınları, 2008

Zizek S. ‘Kırılgan Temas’, Metis Yayınları, 2006

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir