Bilimin İdeolojiden Arınma Olasılığı-2

İdeoloji kavramının, tarihsel tahayyül ufku ne kadar değişirse değişsin, geçerliliğini ısrarla koruyacağını belirten Zizek’e göre eleştirinin açığa çıkarması gereken ‘gerçek’tir. Fakat bu gerçek Lacancı psikanalizden çıkarsanır ve realist bilim felsefesindeki gerçekten farklıdır. Bu ikinci anlamdaki, bilinen anlamdaki gerçek için Lacan ‘gerçeklik’ kavramını kullanır. Lacan psikanalizinde gerçeklik her zaman simgeseldir. Özne kültür ve dil alanı içinde ancak varolabilir ve bu simgesel düzenden edindiği kodlar, göstergelerle (işitsel, görsel temsiller) kendini oluşturur. Ancak bu simgesel düzen içinde varolma simgeyle, göstergeyle ifade edilemeyen, karşılık bulamayan itki ve arzuları boşlukta bırakır. Özne bu arzuları eldeki simgelere eklemleyerek yerine kullanma ve eğretileme yoluyla ifade etmeye çalışsa da bu çekirdek ‘gerçek’ her zaman açıkta kalır. Gerçeklik simgesel olarak kurulurken gerçeği içermede her zaman başarısızdır. Kişi istediği kadar göstergelerin hareketli gölgesinde dans etsin, istediği kadar üslubunu edebiyatın sularında seyran ettirsin yine de hiç telafisiz biçimde anlamlandırma boyutunun dışında kalan bir dünya vardır. Gerçeğin ‘denetlenemezlik’ ve ‘simgeselleştirilemezlik’ bakımından bir travmanın maddi nesnelerinden farkı yoktur. Zihinde temsil edilemeyen bir travmatik çekirdek gibi arzu da hep baki kalır. Gerçek ‘tarif edilemez’e denk düşer. Onu kültürde, simgesel düzende aramak beyhude bir çabadır çünkü o simgesel düzene girmekle zaten yitirdiğimiz şeydir. Bu simgeleşmemiş odak, gerçekliğin simgesel kuruluşunu kendi yokluğunda biçimlendirir, organize eder. Zizek’e göre bu Lacancı çerçevenin Marxist kuramla birleştiği nokta sınıfsal çatışmanın ‘nesnel toplumsal gerçekliğin kendisini bir bütünlük olarak’ kurmasını engelleyen bastırılmış ‘gerçek’ olarak tanımlanmasıdır. İdeoloji ise gerçeğin eksik olduğu, tam da eksik olduğu için biçimlendirdiği, öznelerin yakalanmış olduğu simgesel ağdır. Zizek görünen ile görünmeyen, hayal edilebilen ile edilemeyen arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkideki değişiklikleri düzenleyen kurucu matris olarak ideolojinin varlığını kesin kategori olarak öne sürer.

Diğer yandan Zizek ideoloji eleştirisinin, toplumsal hayattan muaf tutulan bir öznenin görünenin altındaki gizli mekanizmaları algılamasını sağlayan ayrıcalıklı bir yeri gerektirdiğini ve buraya ulaşılabileceği iddiasının kendisinin de ideolojik olduğunu söyler. Sonuç olarak günümüz epistemolojisinde ideoloji kavramı kendi kendini değersizleştirir. Bir önermeye ‘tam olarak ideolojiktir’ dediğinizde bunun tersine çevrilmesi de aynı oranda ideolojik olabilir. Zizek buna olumsal bir olaya yüksek bir zorunluluk saptamasını (örneğin erkek egemenliğini eşyanın tabiatında temellendirmek) örnek verir. Burada ideolojik bir işlemle anlamsız bir olumsallık içselleştirilir, simgeleştirilir. Anlamla yüklenir. Bunun tersi bir süreç de ideolojik olarak işleyebilir. Örneğin ekonomik krizi dışsal, insanlar arası ilişkilerden bağımsızmış gibi görünen olumsal bir oluşuma indirgemek ve krizi doğuran bünyevi mantığın kavranmamasını sağlamak içsel bir zorunluluğun sonucunun dışsallaştırılmasıdır. Burada ideoloji eleştirisinin görevi salt bir olumsallıkmış gibi görünenin altındaki zorunluluğu açığa çıkarmaktır. Zizek ideolojinin ‘zorunlu olarak yanlış’ olduğu fikrine de karşı çıkar.’ ‘İdeolojilerin sonu’ söylemindeki gibi yanlış olabileceği gibi pozitif içeriği konusunda ‘doğru’ da söyleyebilir. Bu içerik ister ‘doğru’ ister ‘yanlış’ olsun (doğru olduğunda ideolojik etki daha da artar) bir toplumsal tahakküm (iktidar, sömürü) ilişkisine hizmet ettiğinde ideolojik mekana girmiş oluruz. Ama etkili olabilmesi için, içeriği ‘doğru’ da olsa tahakküm ilişkisini meşrulaştırma mantığının gizli kalması gerekir. Anlamın kendisi ideolojiyi oluşturan unsurda bulunmaz. Bu unsurlar ‘yüzer gezer gösterenler’ işlevini görürler. Anlamlar hegemonik bir görüş tarafından eklemlenerek oluşturulur. Örneğin ekoloji kendi başına ekoloji değildir ve bir anlama sahip olabilmesi için bir ideoloji içinde konumlanması, ‘sabitlenmesi’ gerekir. Bu konumlanma muhafazakar olursa geleneksel yaşam biçimine dönüş savunulur; devletçi bakış açısına göre ekolojik felaketi devletçi bir müdahale önleyebilir; liberal-kapitalist bakışa göre çevreye verilen zarar ürünün fiyatına dahil edilirse böylece ekolojik dengeyi piyasanın dengeleyeceğini önerebilir veya sosyalist görüş ekolojik sorunların nihai nedeni olarak doğal kaynakların kapitalist-kar odaklı sömürülmesini gösterir. Zizek bu zincirlemelerin hiçbirinin kendi başına ‘doğru’, sorunsalın doğasına kaydedilmiş olmadığını söyler ve her olgu gibi bilimsel verilerde düğümlendiği noktaya göre ideolojik formunu alır. Dolayısıyla bu ideoloji eleştirisinin veya söylemin hangi konumda ortaya çıktığı onun ideolojik olup olmadığını belirler. Yani demin bahsedilen ekoloji ile ilgili önermelerin hepsi ideolojik nitelik taşır ama bunlar kapitalist toplumsal formasyonda öne sürüldüğünde bazıları diğerlerinden daha fazla önem arzeder (‘daha ideolojik’?). İdeoloji eleştirisinin de ideolojik olduğu döngüsünden çıkılamaz. İdeolojinin dışına adım atıldığı noktada ona ‘gerileme’ vuku bulur. Zizek’e göre bir başka ‘antagonizma gerçeği’ bu ‘nesnel gerçekliğe’ ulaşma jestinin altında gizlidir: sınıf mücadelesi antagonizması, ideoloji eleştirisinin nihai dayanağı olarak bize dolayımsız deneyimimizin içeriğinin ideolojik olduğunu ifşa etme yetkisini veren ideoloji dışı bir gönderme noktası verdiği için ideoloji kavramı belki de terk edilmelidir. Belki de bu noktada Gramsci’ye kulak kabartmakta yarar var. İdeolojiyle bilimi arasına mesafe koymaya çalışmaktansa ideolojileri kategorize etmek anlamlandırma için bir referans olabilir.

Bütün ideolojiler kendini bir başka ‘salt’ ideolojiden ayırarak ortaya koyarlar. Bugün, sözlerin edimsel güçlerini sanki zamanın akışıyla yitiriyormuş gibi göründüğü, söylenen her şeyin genel bir kayıtsızlık içinde boğulduğu bir zaman dilimi yaşanıyor. İdeoloji dışı bir gerçeklik olduğunu reddetmek, sadece simgesel evrenler çoğulluyla karşı karşıya olduğumuz kabul etmek ideolojinin dik alasıdır.’ Gerçeklik’ olarak yaşadığımız her şeyde işbaşında olmasına rağmen ideolojiye mesafe almaya çalışarak ideoloji eleştirisini canlı tutan gerilimi muhafaza ederek nefes almaya devam edebiliriz.

 

KAYNAKLAR

Althusser L. ‘İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’, İthaki Yayınları, 2006.

Akay A. ‘Moderniteyi Yeniden Ele Almak:İdeolojisizleşme’.Doğu-Batı Dergisi İdeolojiler 1, Ağustos 2004;(28) 11-25

Ertuğrul K. ‘Sosyal Teoride İdeolojik Kapanımları Kırma Arayışları ve Doğu-Batı Ayırımı’. Doğu-Batı Dergisi İdeolojiler 1, Ağustos 2004;(28) 26-42

Gezgin U.B. http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task =view&id=388&Itemid=28

Gramsci A., ‘Hapishane Defterleri’, 2007

Güngör S. ‘Althusser’de İdeoloji Kavramı’, Süleyman Demirel Ünv. İktisadi ve İdari Bilimler Fak. Yayınları, 2001,(6),221-231

Kazancı M. ‘Althusser ile İdeoloji Üzerine Yapılmamış Bir Söyleşi’, İletişim Araştırmaları, 2003, 1(2), 37-54

Kazancı M. Althusser, ‘İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Son Söz’, http://ilef.ankara.edu.tr/id/gorsel/dosya/1164634976althusserideoloji.pdfbadly. Naure, 435, 737-

Marx K., Engels F., ‘Alman İdeolojisi’, 2008

Özbek S. ‘İdeoloji Kuramları’ Bulut Yayınları, 2003Thornton, S. (2005), “Karl Popper”, in The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Summer 2005 Edition), Edward N. Zalta (ed.). http://plato.stanford.edu/archives/sum2005/entries/popper/ .

Yılmaz Z. ‘Althusser’in Bilim, İdeoloji ve Düzeyler Teorisinin Açmazları: Üstbelirlenimden Postbelirlenime’, Praxis (4), 2001, 35-74

Zizek S. ‘İdeolojinin Yüce Nesnesi’, Metis Yayınları, 2008

Zizek S. ‘Kırılgan Temas’, Metis Yayınları, 2006

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir