Under The Skin*

Filmlerde insanın düşünebilen yabancı varlıklarla karşılaşmaları genellikle ve doğal olarak insan perspektinden anlatılır. Bu karşılaşmalarda kimi zaman uzaylı yaratıkların hikayeleri anlatılsa da çoğunlukla esas kahramanlar insanlardır. Jonathan Glazer’in yönettiği Under The Skin (2014) ise dünyada erkekleri avlama misyonu ile bir kadın kılığında gezen dünyadışı gizemli bir yaratığın hikayesidir.   Film öykü bütünlüğü bakımından yer yer boşluklar içerir. Örneğin filmin başındaki sahnede gördüğümüz, Scarlet Johansonın oynadığı karaktere benzeyen ölü kadın başroldeki yaratık mıdır? Yaratıklar avladıkları erkeklerden ne tür bir fayda sağlamaktadırlar? Neden hep av olarak erkekleri tercih etmektedirler? Motosikletli yaratık ile başroldeki kadın kılığındaki yaratığın nasıl bir ilişkisi vardır? Bu boşluklar nedeniyle film yoruma oldukça açık olduğu için bilim-kurgu izleyicilerini ikiye bölmüştür. 10 yılda tamamlanan filmi bir şaheser olarak yorumlayanların yanı sıra filmin anlamdan ve mesajdan yoksun olduğunu ileri sürenler de vardır. Devamını Oku

İMKANSIZLIK İÇİN BİR GÜZELLEME: AŞK ZAMANI          Wong Kar Wai’nin kimilerince  ‘Hong Kong üçlemesi’ ya da ‘informel aşk üçlemesi’ diye adlandırılan üçlemesinin ikinci filmi olan Aşk Zamanı (2000) aşkı sadece dramatik boyutuyla değil , zaman ve mekan, özellikle de zaman ile ilişkisi içinde sunar. Bu bakımdan filmin Türkçe çevirisi olan ‘Aşk Zamanı’,  ‘çiçek mevsimi’ ya da ‘çiçek açma zamanı’ zamanı anlamına gelen ve gençlik yıllarına gönderme yapan bir Çince deyim olan orjinal ismine İngilizce isminden (In The Mood For Love) daha yakındır. Aşkın belirli bir zamana özgü olmadığı ya da insan hayatının her döneminde farklı formlarda yaşandığı düşünülse de, anlatıların çoğu tıpkı bu filmde olduğu gibi, dramatik ya da melankolik tarzdaki bir aşkı gençlik yıllarıyla ilişkilendirir. Filmdeki aşk-zaman ilişkilendirmesinin bir ekseni de aşkın aşık olan kişiyi şimdiki zamanın dışına bir yere çektiğini çağrıştırması üzerinedir. Filmin kahramanları Bayan Chan (Maggie Cheung Man-yuk) ve Bay Chow (Tony Leung Chiu-wai)  sanki şimdiki zamanda yaşamıyor ya da yaşamak istemez gibidirler. Kahramanlar sanki yaşadıkları zamandaki sıradan insanlarla ilişki kurmaya başlarlarsa ‘onlar gibi’ olacaklardır ve aşkı yaşayamayacaklardır. Birbirlerinin başka bir zamana ait olduklarını ve ‘aşk modunda’ olduklarını ise günlük karşılaşmalarındaki zarif tavırlarından ve duyarlılıklarından anlarlar. Bunun yanında aşkın bir zamanda yaşanması etkisini sadece o zamanda hissettirmez, onu sonraki dönemlere de taşır. Bu ardışık etki sayesinde diğer hikayelerin yaşanması ve dolayısıyla senaryoların oluşması mümkün olur. Aşk sanki eski zamanların dünyasına ait bir şeymiş gibi, 1960’ta nostalji insanı kolonyalizm öncesine götürürken 2000’lerin nostaljisi 1960’lara götürmektedir. Devamını Oku

Makineye Olan Aşkın Platonik Yazgısı: Ex Machina

Akıllı makineler ezelden beri bilim kurgu eserler için vazgeçilmez malzemelerden olmuştur.  Haliyle, teknoloji ilerledikçe yapay zeka ile ilgili kurguların çekiciliği de artıyor. Yapay zeka ile ilgili senaryolarının gittikçe insana cazip gelmesinin nedeni insana benzeyen bu tasarımların artık sadece bir fantezi değil gerçek dünyada karşılık bulmasıdır.  İnsanın kendine benzeyen bir varlık karşısında genellikle en çok kapıldığı his kuşku ve paranoyadır. Kuşkusuz ki bir düşlem ne kadar çok paranoya içeriyorsa o kadar cazip ve etkileyicidir. Söylencelerdeki korku figürleri olan canavarların, yarı tanrıların, vampirlerin yerine artık daha fazla makineler geçmeye başlıyor. İnsanla rekabet halindeki ya da insan varlığını tehdit eden robotlar bir fantazideki paranoid içeriği sağlamak için eşine az rastlanır bir malzemedir. Ex Machina (2015) filmi bu paranoyayı körükleyen bir kapanış ile sona erse de filmin temel sorusu yapay zeka temalı diğer bilim kurgu filmlerinden biraz daha farklıdır: İnsan ile yapay zeka arasındaki temel fark nedir? Filmin bir diğer meselesi ise insanın kendi eseri olan insansı bir makine karşısındaki tutumu ve karşılaşacağı etik sorunlardır.
Devamını Oku

Bir İmgeye Tutulmak ya da Rüyaya Tutunmak: Inception 

‘Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız’
W. Shakespeare

 

İyi filmler sadece bir senaryonun ekranda canlandırıldığı yapıtlar değillerdir. İyi bir film izleyiciye bir bakış açısı ile baş başa kalmasını sağlarken aynı zamanda izleyicinin kendi düşlemlerinin de bir başka düşlem ile, eserin yaratıcısının düşlemiyle kesişmesine vesile olur. Christopher Nolan’ın Inception (2010) filminin gösterime girmesinden kısa bir süre sonra kült filmler arasında yer etmesi fantastik özellikleriyle izleyiciyi hemencecik öyküsünün içine çekebilecek güçte olmasından kaynaklanıyor. Eşini kaybetmiş acılı bir adamın çocuklarına kavuşabilmek için verdiği mücadele film boyunca ancak rüyalarda yaşanabilecek aksiyonlu sahnelerde cereyan eder. Filmin öyküsü Cobb’un (Leonardo Di Caprio) asistanı ile birlikte zengin kişiler için para karşılığında çeşitli üst düzey görevler yapmasıyla başlar. Ona bu rüyalardan düşünce çalma görevlerini (extraction) ayarlayan Japon iş adamı Saito bir gün ona çok riskli olan ama aynı zamanda oldukça cazip olan bir teklif sunar. Eşini öldürmekten dolayı suçlandığı için Amerika’ya dönemeyen ve çocuklarını bir süredir göremeyen Cobb’un hayatının kurtulması bu göreve bağlıdır. Fakat Saito bu kez ona fikir çalma görevi değil Robert Fisher adlı bir milyarderin rüyasına girerek onun zihnine bir fikir aşılama (inception) görevi verir. Bu görev karşılığında Cobb Saito’nun tek bir telefon görüşmesi yapmasıyla Amerika’ya dönebilecek ve ceza almadan çocuklarına kavuşabilecektir. Çocuklarına kavuştuğu son sahneye kadar Cobb’un bu son derece tehlikeli görevde yaşadıklarına tanık oluruz. Fakat filmin sonunda Cobb’un çocuklarına kavuştuğu düzlemin gerçeklik düzlemi olup olmadığı muallakta kalır. Zira, filmin sonuna doğru tüm ekibin bir uçak içinde gözlerini açtığı sahne ve sonrasında olanlar izleyiciye bu düzlemin de, yani Cobb’un eve dönüp çocuklarının yüzüne bakamadığı sahnenin de bir rüya düzlemi olabileceğini düşündürür. Belki de film boyunca tüm olup bitenlerin esas amacı Cobb’un ceza almadan çocuklarına kavuşması değil eşinin ölümünden (intihar) kendini sorumlu tutan ve eşinin rüyadaki imgesine tutulmuş olan Cobb’un kendi kaybı ile yüzleşmesinin sağlanmasıdır. Devamını Oku

Çocuk Pozu (Pozitia Copilului) Romanya’da yaşayan üst sosyoekonomik sınıfa mensup bir erkeğin on dört yaşındaki yoksul bir çocuğa arabasıyla çarparak ölümüne yol açması sonrasında yaşananları konu alır. Failin annesi faili yani oğlunu cezadan kurtarmak için film boyunca kendini paralarcasına çabalar. Sınıfsal farklılığın, hukuk karşısında avantaj sağlamaktan da öte, yargının işlevini geçersiz kılıp kılmayacağı filmin ana temalarından biridir.Fakat filme gerilim tonu veren esas konu baskın karakterli bir anne ile onun edilgen erkek çocuğu arasındaki çetrefilli ilişkidir. Filmi izlerken ülkemiz için hiç de yabancı olmayan bu ilişki formatı üzerinden, bir yandan büyümesine izin verilmemiş bir erkeğin kendi kabahatinin sonuçları ile yüzleşmesine, bir yandan da oldukça varlıklı olan annesinin kendi zayıflığını nasıl zorunlu biçimde kabullendiğine tanık oluruz. Diyebiliriz ki, Çocuk Pozu oğlunun üzerine titreyen ve onun için her türlü fedakarlığı ve ahlaki ihlali yapabilecek bir kadının kendi sınırlarını kabullenmesinin ve bir başka ailenin kaybı dolayısıyla kendi kaybının acısını yaşamasının öyküsüdür. Bu kayıp onun oğlu ile artık iç içe olmadığı gerçeği ile ilişkilidir ve idrak edilmesi zor olduğundan anne için oldukça gecikmiş zamana denk gelir. Devamını Oku
‘’Arzu hayatın yarısıdır; kayıtsızlık ise ölümün’’   Halil Cibran

Her insan türdeşlerine ve hatta hissedebilen tüm diğer varlıklara temas ettiği sürece merhamet edip etmeme ikilemi ile karşı karşıya gelir. Bu ikilem öncelikle merhamet etme konumundaki kişinin acı çeken diğerini kendisiyle nasıl ilişkilendirdiğine göre şekillenir. Sözgelimi bu ikilemi önemsediğim bir kişi karşısında ve aramızda olup biten bir şey üzerinden yaşıyorsam; merhamet edip etmemem karşımdakinin beni incitmesinden doğan öfkemin şiddeti, bu ilişkinin devam etmesinine kadar arzuladığım, bu ilişkiyi ne kadar güç ekseninde değerlendirdiğim gibi birçok etmene göre değişir.İşlenmiş olan kabahatin doğrudan nesnesi olduğumda karşımdakini affetmemin empati kurmamdan kaynaklanıp kaynaklanmadığını da kestirmem zorlaşır. Merhamet affetmeye yol açan nedenlerden sadece biridir. Affetmek, tıpkı ceza gibi, bir süreci sonlandırırken merhamet genellikle merhamet edende yol açtığı duygular nedeniyle onu tutum almaya yani yeni bir sürece dahil olmaya zorlar. İkili bir ilişkideki dinamiklerle ilişkili olan affetmenin karşıtı cezalandırmak ya da belki unutmamak ise üçüncü şahıs konumundan bakıldığında merhametin karşıtı cezayı reva görmek veya kayıtsız kalmak olabilir. Devamını Oku

Bireyin kendini bir gruba ait hissetmesi ve o grupla özdeşim kurması sonucunda ortaya çıkan emosyonların yoğunluğu, ayinlerde gözlenen vecd hallerinde veya altruistik (elcil) intiharlarda olduğu gibi sıradan deneyimlerin ötesine geçebilir. Emosyonların kişilerarası problemleri çözmede işlevsel etkisi olsa da öfke, tiksinme, haset gibi duygular kontrolün kolay yitirildiği durumlardaoldukça yıkıcı olabilmektedir. Emosyon kendilikle ilgili bir olaya veya duruma ilişkin inanç ve değerlendirmelerle ilişkilidir. Evrimsel bakış açısına göre emosyonlar sosyal veya çevresel zorluklara veya tehditlere adaptif yanıtlar vermek üzere evrimleşmişlerdir (Levenson, 1994). Çeşitli uyarılara tepki olarak çıkan emosyonların güdülediği davranışlar başarılı olmadığı zaman emosyonun yoğunlaştığı ve yerini başka bir emosyona bıraktığı, başarılı olduğunda ise emosyonun ortadan kalktığı gözlenir. Böylelikle emosyonun davranışı düzenleyici işlevinden söz edilebilir. Öfkenin saldırganlığı güdülemesi örneğinde olduğu gibi farklı emosyonlar farklı davranışları güdülerler. Devamını Oku
Bir tutumun veya tavrın sahiciliğinden söz ederken en çok gözettiğimiz şey o tutumun/tavrın taklit içerip içermediğidir. Kopyalamanın başladığı yerde özgünlük buharlaşmaya başlar. Bununla birlikte davranış örüntüleri doğuştan gelmeyip kültür içinde edinildiğinden alıntı yapmamak imkansızdır. O halde belki de davranışa yapmacık dedirten şey alıntılama yapılmasından ziyade davranışın onu icra edende eğreti durmasıdır. Erkeksilik hallerinin Devamını Oku
İnsan hatırladığı şeylerden ibarettir. Ve hatırladıkları sayesinde özgürdür.     Leon Surmelian

Hafızanın oluşma biçimi ve izlediği yörünge göz önüne alındığında net bir şekilde şu iddia edilebilir: olay ile hafıza arasındaki süreklilikte olayın kendisi başlangıç, hafıza ise sonuçtur. ‘Diğerleri’nin deneyimlerine ilişkin bir hafızaya sahip değiliz fakat kuşkusuz 12 Eylül konusunda bizim kuşağın hafızasını etkileyen Devamını Oku

Doğum birçok çift için mutluluk idealinde önemli bir basamak olmakla birlikte getirdiği sorumluluklar, kısıtlanmalar ve rol değişimleri nedeniyle herkes tarafından aynı şekilde algılanmaz. Kadınlıktan anneliğe geçişle birlikte toplumun kadından ve kadının kendisinden Devamını Oku